Sayfalar

30 Nisan 2014 Çarşamba

George Bernard Shaw ve Candida Oyunu


Dun aksam O'Reilly Tiyatrosu'nda yazar, filozof ve politikaci George Bernard Shaw'in (d.1856, Irlanda - o.1950) 1894 yilinda yazdigi Candida isimli oyununu izledik. Shaw hem Nobel (Edebiyat -1925) hem de Oscar (Pygmalion adli oyununun sinemaya aktarilmasiyla, en iyi senaryo odulu, 1938) odulunu alan ilk ve tek kisiymis. Oscari once almak istememis fakat sonra karisinin istegi uzerine kabul etmis fakat torene katilmamis. Oldukten sonra odul Shaw'in evinde kirik bir sekilde bulunmus ve soylentilere gore Shaw odulu kapi tutacagi (door stopper) olarak kullaniyormus :) Tarihteki en onemli yazarlardan biri olarak gorulen Shaw altmistan fazla tiyatro oyunu, bes roman, ekonomi alaninda bir cok makale, savas karsiti brosur, ozlu soz ve konusma yazmis.

Ozlu sozlerinden bazilari soyle:

Yuzumuzu gormek icin aynaya ancak ruhumuzu gormek icin sanat eserine bakariz.

Hayat kendini bulmak degil, kendini yaratmaktir.

Dusuncelerini degistiremeyenler hayatta hicbir seyi degistiremezler.

Sanat olmadan gercegin hamligi (kabaligi) dunyayi dayanilamaz hale getirir.

Eger benim bir elmam ve senin bir elman varsa ve eger biz bu elmalari degisirsek ikimizin de sonucta birer elmasi olur. Fakat benim bir fikrim ve senin bir fikrin varsa ve eger biz bu fikirleri degisirsek, sonucta ikimizin de iki fikri olur.

Sevdiginiz seyi almak icin cabalayin, yoksa aldiginizi sevmek zorunda birakilacaksiniz.

Yaslandigimiz icin oyun oynamayi birakiriz; oyun oynamayi biraktigimiz icin yaslaniriz.

Shaw enteresan bir insanmis gercekten. 1881'de (25. yas) icindeki hayvan sevgisinden dolayi vejeteryan olmus. O zamanlar vejeteryanlik Ingiltere'de yeni yeni yayilmaya baslamis. Bazilari vejeteryan olmasini fakir olmasina ve zaten et alacak parasi olmamasina baglamislar fakat kendisi durumu soyle aciklamis: Hayvanlar benim her zaman arkadasim ve ben arkadaslarimi yemem. Her zaman yenilikci olan Shaw, hayvan sporlarina ve hayvanlar uzerinde deney yapilmasina da karsi cikiyormus. Sonucta etik, saglik ve ekonomik sebeplerden dolayi Shaw hayatinin geri kalan kismini vejeteryan olarak gecirmis. 85 yaslarinda bir konusmasinda "Et yiyenlerin ortalama yasam suresi 63 iken, ben 85'imi bitirecegim fakat hala cok dincim ve kendi isimi kendim gorebiliyorum. Yeterince uzun yasadim, olmek istiyorum ama bunu kendim yapamiyorum. Aslinda bir parca dana biftek beni bitirir fakat etin kucuk bir parcasini bile yutamiyorum. Su an sonsuza kadar yasayacakmisim gibi hissediyorum. Sanirim vejeteryan yasam tarzinin tek dezavantaji bu." demis.

George Bernard Shaw barışçıl yollarla toplumda sosyalist inanç ve düşünceleri geliştirmek ve Fabian sosyalizmini oluşturmak amacıyla Sidney Webb, Beatrice Webb, H.G. Wells ve James Ramsay MacDonald ile birlikte 1884 yılında Ingiltere'’de adını Romalı komutan Fabius Cunctator'’dan alan Fabian Dernegi'ni (Fabian Society) kurmus. Daha sonra bu dernegin uyeleri Ingiltere'deki Isci Partisi'ni, Ingiltere'de ve Dunya'daki en onemli universitelerden biri olan London School of Economics'i kurmus.

Bu degisik insan, 1950 yilinda 94 yasindayken agac budarken duserek oluyor ne yazik ki. Kendi istegi uzerine kulleri, esinin kulleri ile birlestirilerek Lawrence Bahcesi'deki Aziz Joan heykelinin etrafina serpilmis. Esiyle birlikte yasadigi bu bahce yakinlarindaki evini de Ingiltere'de tarihi ve yesil alanlari korumak amaciyla kurulan vakif olan National Trust'a birakmis ve buraya Shaw'in Kosesi (Shaw's Corner) deniyormus. Muze olarak ziyaretcilere acik olan bu ev ile daha fazla bilgi icin su linke tiklamaniz yeterli. Bu evin en onemli ozelliginin gunesin yonune gore donebiliyor olmasiymis :) Ayrica vasiyetinde cenaze toreninde ne yapilmasini istedigini de detayli bir sekilde anlatan Shaw, hayvan dostlarinin da orada olmasini istemis. Yasami boyunca hayvanlari yemek yerine onlarla dost olan Shaw kendisini sereflendirmeleri icin beyaz atki tasiyan öküz, koyun, domuz, cesitli kumes hayvanlari ve ici balik dolu bir akvaryumu da cenaze toreninde istemis. 

Shaw'in olumunden sonra 1972'de yillarca evinde calisan hanim Alice Laden, Shaw icin pisirdigi yemeklerin tariflerini iceren alti ciltlik bir vejeteryan yemek kitabi cikarmis. Bu kitaptaki yemeklerin bazilari soyleymis: Mantar dolmasi, pirasa corbasi, nohut salatasi, findikli patates koftesi, fasulyeli coban boregi, bademli sogan. Laden'in soyledigine gore Shaw, diyetine cok onem veren bir kisiymis ve yediklerinin icindeki kalorileri cok dikkate alsa da tatliya, krakere ve keke hayir diyemiyor ve cok fazla tuketiyormus. Shaw gercekten sahsina munhasir bir kisilige sahip, zamaninin otesinde bir vizyon ve dusunce adamiymis. Keske kendisini daha once tanima firsati bulsaymisim. 

Gelelim Candida'ya. Oyunun ana karakterleri papaz James Morell, karisi Candida ve genc sair Eugene Marchbanks'di. Oyunda Eugene, Candida'ya olan askini itiraf eder ve iki adam oyunun sonunda Candida'ya iclerinden birini secmesini ister. Sonunda Candida ikisinden de ne vaad ettiklerini sorar ve sonuctan iki erkekten en "zayif" olanini sectigini soyler. Once kocasi dahil herkes Eugene'i sectigini sanar cunku Eugene vaad ettikleri arasinda "zayifliklarim" demistir ama aslinda kocasini "zayif" olarak niteledigini ve onunla bu yuzden evlendigini ve simdi de onu bu yuzden sectigini aciklar. Oyunda Shaw, ask, evlilik ve bir kadinin kocasinda ne bekledigini o zamanin politik konularini hikayenin icine aktarak anlatiyor. Ayrica kendisi de Fabian Kurumu'na uye bir sosyalist olarak papaz koca James'i de sosyalist bir Hristiyan olarak sunar.


Biz oyunu en onden izledik. Oturdugumuz yerden dekor su yandaki fotograftaki gibi cok guzel ve ihtisamli gorunuyordu. Oyun sirasinda fotograf cekmek yasak oldugu icin ustteki fotograflari Facebook sayfalarindan ekledim. Su linkten digerlerine de bakabilirsiniz. Dekor ve kiyafetler cok guzeldi. 2 saat suren bu oyun 12 dakikalik iki aradan olusuyor. Oyun Ingiltere'de gectigi icin oyuncular Ingiliz aksaniyla konusuyorlar. 18 Mayis'a kadar Pittsburgh'taki O'Reilly Tiyatrosu'nda sergilenen bu oyunda ozellikle Eugene'in performansi gorulmeye degerdi.

Ilk fotograf: http://en.wikipedia.org/wiki/File:George_Bernard_Shaw_1936.jpg
2. ve 3. fotograf: https://www.facebook.com/media/set/?set=a.10152053348148388.1073741840.24227248387&type=3

29 Nisan 2014 Salı

Kapari


Bu aralar kapariyi (Capers) kesfettim, yani aslinda kapariyi bir kac restoranda somon baliginin yaninda yemistim ama ilk defa gecen haftalarda Costco'da gorunce bir de kendim deneyeyim dedim ve salataya ekledim. Acimtrak, eksi ve tuzlu tadini salataya, somondan cok daha fazla yakistirdim. Tuz icerigi yuksek olan kapariyi once biraz ilik suda bekleterek salatalarima ekliyorum ve salatama ayrica tuz eklemiyorum.


Kapari, bahar aylarında beyaz renkli çiçekler açan, dikenli, yere yatık çalı görünümlü bir bitkinin olmamis tomurcuklariymis aslinda. Beyaz cicekleri gercekten cok sevimliymis. Genelde duvar diplerinde cikan kapari ayni zamanda erozyonu onluyormus. Halk arasinda kebere, gebre, gebreotu veya kedi tırnağı da deniyormus. Akdeniz ikliminde olan bolgelerde, ozellikle Denizli'de yetistirilen kaparinin 100 gram kaparide kuru madde olarak; 67 mg fosfor, 9 mg demir, 24 mg protein, 12 mg selüloz ve 2 mg lipid bulunuyormus. Dal uçları, tomurcukları ve meyveleri gıda sektöründe; yaprakları sertleşmiş dalları ve kökleri de ilaç, boya ve kozmetik sanayiinde değerlendiriliyormus. Almanya, Ispanya ve Italya basta olmak uzere Avrupa ulkelerinde ve ABD'de daha fazla tuketiliyormus. Agri kesici, kandaki trombosit uretimini hizlandirici ve karaciger fonksiyonlarini duzenleyici etkisi bulunan kapari yuksek tuz iceriginden dolayi tansiyonu yuksek olan kisiler tarafindan az tuketilmelidir. Ben simdilik salataya koyuyorum ama aslinda makarna sosunda, sandviclerde, dolmalarda, pilavlarda, pizzada ve her tur balik ve et yemeginin yaninda tek basina garnitur olarak ya da baska garniturlerle karistirilarak kullanilabilir.

Soldaki iki fotograf: http://passionfruitgarden.com/category/homemade-produce/pickles-relishes/
                            http://pphotography-blog.blogspot.com/2012/01/beautiful-caper-flower.html

Karidesli ve Siyah Kuru Fasülyeli Dürüm

Bugun ogle yemegi icin yaptigim dürümün basamak basamak fotograflarini cektim. Cok lezzetli bir dürüm oldu. Her zaman buzlukta haslanmis siyah kuru fasulye bulunduruyorum. Bu dürümü yapacagim gunden bir gece once bir avuc kadar fasulyeyi ve her dürüm icin üc adet karidesi buzdolabina indiriyorum. Sabah hemen fasulyeyi kucuk bir tencereye koyup uzerine yarim cay bardagi su ve cok az zeytinyagi, tuz, kirmizi biber ve kuru feslegen ekleyip on dakika kadar pisiriyorum ve patates puresi ezecegiyle ezerek biraz puturlu bir pure haline getiriyorum. Boyle uzun uzun anlattigima bakmayin cok kolay bir islem, zaten 3-4 kere bastirinca hemencecik eziliyor. Karidesleri de cok az zeytin yaginda karabiber, kirmizi biber ve tuz ekleyerek 15 dakika kadar arada cevirerek pisiriyorum. 

Dürümü cogunlukla tam bugday unlu tortilladan (Meksika'ya özgü ince dürüm ekmeği) bazende tam bugday unlu kucuk pide ekmeklerden (pita bread) yapiyorum. Bugun tam bugday unlu tortilla ile yaptim. Tortillanin kiviracagim kismini bos birakacak sekilde once siyah fasulyeyi yaydim. Uzerine minik ispanak yapraklarini ekledim. Ispanak yoksa marul, maydanoz, pazi ya da sevdiginiz baska bir yesillikten koyabilirsiniz. Yesilligin uzerine ince ince dilimledigim ceyrek avokadoyu yaydim. Daha sonra pisen karidesleri dış kisimlarindan kesip kelebek seklinde acarak avokadonun uzerine dizdim. Kenarlara taze sogani, uzerine de ince peynir dilimlerini (Monterey Jack ekledim ben) ekledim. Uzerine biraz aci sos dokerek dürüm yaptim. Dürüm yaparken once fotograflarda ustte gorunen bos kismi iceriye dogru kivirdim ve sonrasinda da bir tarafindan dürüm yaptim. Peceteye sararak saklama kabina koydum. Hem saglikli hem de lezzetli bir ogle yemegi oldu. Denerseniz pisman olmazsaniz, simdiden afiyet olsun!



28 Nisan 2014 Pazartesi

Carnegie Bilim Merkezi (Carnegie Science Center)

Gecen haftasonu Carnegie Bilim Merkezi'ne (CBM) gittik. CBM Pittsburgh'taki Carnegie Enstitusu'ne (Carnegie Institute) ait dort muzeden birisidir (digerleri: Carnegie Dogal Tarih Muzesi (Natural History Museum), Carnegie Sanat Muzesi, Kutuphane ve Muzik Salonu (Museum of Art, Library and Music Hall) ve Andy Warhol Muzesi.). 

Pittsburgh'taki çelik sanayisinin onemli isimlerinden Andrew Carnegie, Pittsburgh sehrinde her gelir, yas, meslek ve etnik koken grubuna ait insanin "asil dortlu" (noble quartet) olarak niteledigi sanat, muzik, edebiyat ve bilimin tadini cikaracagi bir kompleks acmayi planlar. Once 25 Kasim 1895'de Pittsburgh'un Oakland Mahallesi'nde Carnegie Sanat Muzesi, Kutuphane ve Muzik Salonu'nu ve Carnegie Dogal Tarih Muzesi'ni acar. Andrew Carnegie 1919 yilinda olunce mirasinin cok buyuk bir kismini Carnegie Enstitusu'ne birakir. Buhl Vakfi tarafindan 1939 yilinda  Pittsburgh'ta kurulan ve ABD'nin en buyuk besinci planetaryumu (gozlem evi) olan Buhl Planetaryumu ve Populer Bilim Merkezi icin daha genis ve yeni bir bina yapilmasi 1980'lerde planlanirken simdi CBM'nin bulundugu yer dusunulmeye baslar. Fakat yeni, daha buyuk bir bilim merkeziyle birlikte daha cok ziyaretci ve dolayisiyla daha cok calisan ihtiyaci ortaya cikmisken Carnegie Enstitusu, Buhl Vakfi'na birlesme cagrisinda bulunur. 1980'lerin sonlarinda iki vakfin genel kurulunun onayiyla bu birlesme gerceklesir ve Ohio Nehri kenarinda yeni bina insaati baslar. 1991 yilinda acilan yeni merkeze Carnegie Bilim Merkezi adi verilir. Burasi Pittsburgh'un en cok ziyaretci ceken muzelerinden birisi. Kalici sergilerden bazilari uzay gemisi sergisi, bisiklet tarihi sergisi, Highmark Spor merkezi, Roboworld™ isimli ABD'nin en buyuk robot sergisi, Minyatur Demiryolu Koyu, Soguk Savas donemine ait USS Requin Denizalti ve daha bir cok sergi.

Burasi cocuklu aileler icin cok guzel 5 katli bir yer. Bilim merkezinde cocuklarin ve buyuklerin hem eglenecekleri, hem de ogrenecekleri bir cok interaktif aktivite var. Biz 2 saatte sadece 2 katini gezebildik. 1. katta once uzay gemisi sergisini ve bisiklet sergisini gezdik. Ikinci katta ise Roboworld ve demiryolu koyunu gorduk. Benim en cok ilgimi ceken Roboworld'du. Burada bir cok interaktif robot vardi. Mesela birinde robotla konusabiliyorsun, sordugun sorulara cok guzel cevaplar veriyordu. Bir digeri basketbol oynayan robottu. Yanina da insanlar icin bir basketbol potasi koymuslar yani robotla yarismak mumkun, ama yenmek mumkun degil cunku robot  % 88 oranla basket atiyor :) Asagidaki videodan izleyebilirsiniz.















Hergun sabah 10'da acilan muze Cumartesi gunleri 7'de, digerler gunler ise 5'te kapaniyor. Giris ucreti tam 18.95 dolar, cocuk (3-12 yas) 11.95. Lazer sovlari, uc boyutlu sinema gosterimleri gibi bazi aktiviteler icin ekstra ucret odenmesi gerekiyor. Otopark ucreti is 5 dolar. Bizim Carnegie muzelerine yillik uyeligimiz oldugu icin ucretsiz girdik ve park ucreti olarak 3 dolar odedik. Ayrica bu muze Steelers maclari ve Heinz Center'daki bazi aktivite gunlerinde trafik sorunu nedeniyle kapatiliyor. O yuzden gitmeden once mutlaka telefon acip sormakta yarar var. Ayrica muzenin guzel bir restorani var, manzarasi da cok guzel.

Birinci fotograf: http://www.brooklineconnection.com/history/Facts/CarnegieScience.html

23 Nisan 2014 Çarşamba

Pancar Salatası

Pancar en sevdigim sebzelerden biri oldu son yillarda. Ozellikle yuksek antioksidan icerikli kirmizi pancari salatalarda, sandviclerde ya da mezelerde kullaniyorum. Kirmizi ya da sarinin tadinda cok fazla fark yok aslinda. Folik asit (vitamin B9), magnezyum, potasyum ve bakir icerigi ile pancar ayrica iyi bir lif, manganez, fosfor, vitamin C, demir ve B6 vitamini deposudur. Pancar secerken taze olmasi nedeniyle ozellikle kucuk ya da orta boy ve duzgun bicimli olmasina ozen gosteriyorum. Pancari iyice yikadiktan sonra soymadan 15-20 dakika hasliyorum ve soguduktan sonra kabuklarini soyuyorum. Kabuklarini soyarken bicak kullanmayin cunku bicakla kabugun hemen altindaki besin degeri yuksek kismini atmis olursunuz. Parmaginizi kabuga bastirarak surttugunuz zaman kabuk siyrilarak pancardan ayrilacaktir. Eger hemen kullanmayacaksam elma dilimi seklinde keserek buzdolabi posetinde buzluga atiyorum ve salata yapacagim zaman hemen buzluktan cikartip posetiyle ilik suda 15-20 dk bekletiyorum ve salatalarda, mezelerde ya da sandviclerde kullaniyorum. Dun aksam ilk defa sari pancardan salata yaptim, kirmizi pancar salatasi gibi cok lezzetli ve besleyici oldu. Marul ve coban salatasindan sıkıldıysanız mutlaka deneyin.

3 adet kirmizi ve/veya sari pancar - haslanmis, soyulmus ve kup kup dogranmis
1 avuc maydanoz - ince ince dogranmis
1 avuc kara lahana ve ispanak - elde kopartarak kucuk parcalara ayrilmis (ABD'de spring mix diye satilan yesilliklerden kullandim. Yoksa yerine biraz marul ya da pazi da kullanilabilir.)
Yarim avokado - kup kup dogranmis
1 kucuk yesil biber - dogranmis
1 kucuk domates - kup kup dogranmis
1 kucuk kuru sogan - kup kup dogranmis
1 kucuk limon
Zeytinyagi
Tuz
Kuru feslegen

Butun malzemeleri zeytinyagi, limon ve feslegen ile iyice karistirdim. Hem cok lezzetli hem de cok besleyici bir salata oldu. Icerigindeki yuksek seker oranindan dolayi seker hastalarinin tuketmesi tavsiye edilmiyormus, aman dikkat.

Pancar Fotograflari:
http://www.ufseeds.com/Burpee-Golden-Beet-Seeds.item                                                               
http://www.ufseeds.com/Bulls-Blood-Beet-Seeds.item

22 Nisan 2014 Salı

Evdeki Çöp Miktarı Nasıl Azaltılır?

Bugun 22 Nisan Dünya Günü (Earth Day). Ilk olarak San Francisco’da 1969 yılında düzenlenen Ulusal UNESCO Dünya Konferansı'nda baris aktivisti John McConnell tarafindan ortaya atilmis ve tarih olarak gece ve gündüzün eşit olduğu ekinoks zamanı olan 21 Mart önerilmiş. Ilk Dünya Günü kutlamaları 22 Nisan 1970'de yapilmis. Amaci dünyamızın güzelliğinin farkina varmak ve karşı karşıya kaldığı çevresel tehditlere dikkat çekmektir. Insanlarin cevresel sorunlarla ilgili bilinclenmesini ve doganin onlara sundugu firsatlarin farkina varmasini saglamaktir. Dogayi korumak icin kisisel olarak yapabilecegimiz ilk sey evdeki çöp miktarini azaltmaktir. Peki evdeki çöp miktarini nasil azaltabiliriz?

1) Cocuklarimizi ve cevremizdeki diger insanlari bilinclendirmek. Bunun en iyi yolu cevre ile ilgili belgeseller izlemek ve kitaplar okumak, hediye etmek. Cocuklar icin onerilen kitaplardan biri Turkce'ye de cevrilen Nuria Roca'nin Dört Element isimli kitabi. Ayrica su websitesinden cevresel sorunlarla ilgili belgesellerin listesine ulasabilirsiniz.

2) Esantiyon dagitilan urunleri kullanmayacaksak almamak ve alirsak da ya kullanmak ya da kullanacak birine/bir yere hediye etmek.

3) Eve gelen luzumsuz postalari azaltmak. ABD'de evlere hergun reklam amacli gazete, brosur ya da bankalardan posta geliyor. Bunlari azaltmak icin Catalog Choice diye bir websitesine ucretsiz olarak kayit yaptirabilirsiniz.

4) Evde kagit havlu ya da pecete kullanimini azaltmak. Bunlar icin alternatif kumas peceteler ve kucuk el havlulari kullanmak. Zaten surekli yikanan camasira bir kac pecete eklenmis, cok da onemli olmaz diye dusunuyorum. Hem de peceteye, kagit havluya verdiginiz para da cebinizde kalmis olur.

5) Tek tek paketlenmis urunler yerine buyuk boy urunler alarak cop miktarini azaltmak.

6) Markete, pazara kendi posetimizi goturmek ve poset kullanmak zorunda kaldigimiz zamanlarda mumkun oldugunca az poset kullanmak. Evdeki posetleri bir kenarda biriktirerek supermarketlerdeki geri donusum noktalarina goturmek.

7) Geri donusum yapilabilecek tum urunleri geri donusume atmak. Sehrin geri donusum kurallarini okumak ve kurallarina uyarak geri donusum malzemelerini ayirmak. Evdeki kullanilmayan kiyafet, elektronik malzeme, kitap, mobilyalari cope atmak yerine Goodwill gibi bagis kabul eden yerlere vermek. Kizartma yaglarini lavaboya dokmek cevreye zarar verdigi icin cam kavonozlarda biriktirerek yag toplayan kurumlara ulastirmak.

8) Uzun omurlu, daha az enerji harcayan ve sarj edilebilen pilleri/urunleri tercih etmek. Mesela enerji ampuller.

9) Cam kavanoz, pet sise gibi baska amac icin kullanilabilecek urunleri tekrar kullanmak. Buyuk tursu, salca kavanozlarini bakliyatlari saklamak, ise/okula yemek/meyve goturmek ya da saklama kabi, kalemlik olarak kullanmak gibi. Eski mobilyalari donusturerek, tamir ederek, boyayarak yeniden kullanmak. Evde cocuklara oyuncak uretmek icin ya da el isi malzemesi olarak tuvalet kagidi rulosu, dondurma cubuklari gibi malzemeleri degerlendirmek.

10) Cesme suyu icmek. Bulundugumuz sehirde cesme suyu iciliyor mu arastirmak gerek oncesinde. Bazi yerlerde belediyeden cesme suyunuzun analizini yaptirmak icin basvurada bulunabilirsiniz ve genelde bu gibi hizmetler ucretsiz oluyor. Cesme suyu iciliyorsa eger bunu tercih etmek ama icimiz rahat etmiyorsa kaynatarak ya da filtrelerden gecirerek icmek. Boylece hem atik pet sise miktarini azaltmis oluruz hemde bu daha ucuz bir yontemdir. Kucuk boy pet sise su almak yerine okula, spora, ise su matarasi goturmek.

11) ATM'lerde ya da park metrelerde fis almak opsiyonelse almamayi tercih etmek. Bir dokumani ciktisini almadan once bir daha gerekli olup olmadigini dusununuz. Mesela artik havaalanlarinda binis kartlari yerine cep telefonunuza gelen barkotu okutarak gecis yapabiliyorsunuz, iste bunun gibi olanaklari kullanarak kagit tuketimini azaltabilirsiniz.

12) Buzdolabi posetlerini yikayarak tekrar tekrar kullanmak ya da mumkunse cam saklama kaplari kullanarak bunlarin kullanimini azaltmak. Streç film, aluminyum folyo ve firin poseti gibi malzemeleri kullanmayi birakmak. Zaten aluminyum folyo ya da firin poseti gibi malzemeler saglik acisindan zararli olabilir. Ben evde cok fazla cam saklama kabi kullanarak strec film kullanimini epey azalttim. Kirilmayan, sizdirmayan cam saklama kaplari olarak Wean Green urunlerini tercih ediyorum. Cop poseti satin almak yerine marketlerden aldigimiz posetleri kullanmak.

13) Evde bicilmis cimen ve gida artiklari gibi organik atik maddeleri, anaerobik çürütme yoluyla bir tür gübreye dönüştürmekten ibaret biyolojik bir süreç olan kompostloma/gubreleme (composting) yapmak. Bunu hic yapmadim simdiye kadar ama ABD'de yapan bir cok aile varmis ve son yillarda yapanlarin sayisi da epey artiyormus. Burada yapmak icin zaten sartlar da cok uygun cunku evlerin cogunun bahcesi var ve gubre bahcede kullanilarak daha verimli toprak elde edilebiliyor.

Bu yukarida saydiklarimin bazilarini yaparak evdeki cop miktarini epey azaltmak hatta kompostlamayi da yaparak sifira yakina indirmek mumkun. Lutfen bu listeye eklenebilecegini dusundugunuz baska seyler varsa yorumlar kismina yaziniz.

Fotograf: http://www.environmental-watch.com/2013/04/23/celebrating-remembering-earth-day/

17 Nisan 2014 Perşembe

The Grand Budapest Hotel (Buyuk Budapeste Oteli)

Dun aksam Wes Anderson'un son filmi The Grand Budapest Hotel'i (Buyuk Budapeste Oteli) izledim.

Filmin hikayesi soyleydi:

Spoiler
Film 20. yuzyilin baslarinda Avrupa'da hayali bir sehir olan Zubrowka'da dik bir dagin yamacinda kurulan ihtisamli, luks bir otelde geciyor. Ana karakter Gustave musterilerinin "her turlu" ihtiyaclarini karsilayan bir konsiyerj gorevlisiyken otelde yeni calismaya baslayan lobi gorevlisi Zero isimli genc adamla yakin bir iliski kurar. Bu arada, Gustave'in otel musterilerinden olan yasli sevgilisi Madam D.'nin otelden ayrildiktan bir sure sonra olmus oldugunu ogrenirler. Zero ile Madam D.'nin satosuna giden Gustave miras bolusumunun yapilidigi toplantida bulur kendisini ve Madam D.'nin kendisine Ronesans donemine ait cok degerli bir tablo biraktigini ogrenir. Bu olay aile ile Gustave arasinda buyuk bir karmasa cikmasina neden olur. Zero'nun yardimiyla Gustave tabloyu calarak otele geri doner. Bu arada evin usagi, Madam D.'nin ona  emanet biraktigi vasiyet mektubunu bu tablonun arkasina gizlice sıkıştırmıştır ama filmin son sahnesine kadar bu mektuptan kimsenin haberi olmaz. Bu arada Gustave Madam D.'yi oldurmek sucundan hapse atilir. Bu arada Zero Agatha diye bir kiza asik olur. Zero, pasta ustasi olarak otelde calisan Agatha'ya tabloyu sakladiklari dolabi ve nasil acilacagini anlatan bir mektup birakir. Zero'nun ve diger konsiyerj arkadaslarinin yardimiyla hapisten kacmayi basaran Gustave, otele geri doner. Ayni anda Madam D'nin oglu da tabloyu bulmaya otele gelir ve Agatha tabloyu kacirmaya calisirken gorur. Sonunda herkesin onunde tablonun arkasinda bulunan vasiyet mektubu acilir ve Madam D.'nin aslinda otelin sahibi oldugu ve otel dahil butun mal varligini Gustave'a biraktigini herkes ogrenir. Zero da Gustave'in butun malvarliginin vasisi olarak yillar sonra bu otelin sahibi olur.

Film, bir bustun onunde kitap okumaya baslayan bir kizin goruntusu ile basliyor. Bu kizin okudugu hikaye aslinda yukarida anlattigim hikaye ama aslinda filmde Zero'nun yillar sonra otelin restoraninda bu kitabin yazarina otelin sahibi olusunun hikayesini anlatmasini izliyoruz ve flasbacklerle o doneme gidip gidip geliyoruz.
Spoiler

Filmde Ralph Fiennes, Saoirse Ronan, Bill Murray, Jude Law, Edward Norton, Léa Seydoux, Tony Revolori, Tilda Swinton ve Owen Wilson gibi isimler yer alıyor. Ozellikle 17 yasindaki Tony Revolori'nin oyunculugu sahaneydi. Her sahnedeki estetik ve simetri duygusu, renkler ve masalsi goruntuler beni cok etkiledi. Ozellikle otelden kacis sahnesindeki detaylar, uyum ve sonra kayak-kizak sahnesindeki detaylar cok sahaneydi. Otel cok gosterisli ve ihtisamli gorunuyordu. Boyle bir otel gercek hayatta yok tabii ki ama Karlovy Vary'deki Hotel Bristol'a cok benziyormus. Yandaki fotografa gore soldaki Hotel Bristol, sagdaki de filmde gecen Buyuk Budapeste Oteli. Filmde gecen diger yerler nerelere benziyor detayli bilgi icin buraya tiklamaniz yeterli. Gustave ile Zero arasinda gecen diyaloglarin bazilarini cok hizli konustuklari icin anlamakta zorlandim. Buyuk detaylari kacirdigimi dusunuyorum o yuzden. Bu filmi bir kez de alt yazili olarak izlemek isterim. Eglenceli, masalsi, degisik bir film olmus. Herkese tavsiye ederim.

16 Nisan 2014 Çarşamba

Sirklere, Hayvanat Bahcelerine ve Akvaryumlara Neden Gitmiyorum?

Konu ozgurlukler, insanlari haklari oldugu zaman insanlarin sonuna kadar savunduklari halde hayvan haklarini ve sirklerde, hayvanat bahcelerinde ve akvaryumlarda hayvanlara yapilan eziyetleri gormezden gelmelerini anlayamiyorum. Biraz icimizde hayvan sevgisi varsa hayvanlara eziyet cektirerek, eglence sektorunde maddi kazanc saglamak amaciyla kullanilmasina karsi cikmamiz, bu tip eglence merkezlerine gitmeyerek bu sektoru desteklemekten vazgecmemiz gerek.

Hangi fil atesli cemberden atlarken mutlu olur? Hangi ayi kalabalik icinde dans ederken mutlu olur? Hangi yunus o kadar insanin icinde akrobasi hareketleri yaparken kendini guvende hissedebilir? Dovusturulen horozlar, kopekler, bogalar o egitimi alirken ne kadar eziyet cekmislerdir? Yunuslar nasil yakalanir, nasil akvaryuma getirilir, nasil gumruklerden gecer hic dusundunuz mu? Bunlari biraz dusunseniz ve arkasindaki gercekleri bilseniz hayvanlarin eziyet ve iskence cektikleri bu yerlere ne gidersiniz ne de buralara "eglence" merkezi dersiniz.

Sosyalleşme, yiyecek arama, oyun oynama, çiftleşme gibi temel gereksinimlerini sagladiklari dogal ortamlarindan koparilip demir parmaklıklar, kafesler icine koyuluyorlar, olumsuz kosullarda siddet dolu bir egitime tabi tutuluyorlar. Böyle sirklerde olsun ya da daha genis ortamlarda tutulan doğal parklarda olsun hayvanlar kontrol altında tutulup özgürlük içinde yaşama haklarından mahrum birakiliyor. Sirk gunu uzun saatler boyunca daracik kafeslerde tutulan ayilar, aslanlar, filler rahatça hareket edememeye ve sürekli dayak tehtidine bağlı olarak strese ve psikolojik bir mahrumiyete isaret eden sürekli kafa sallama, bulundukları yerin zeminini tırmalama gibi anormal davranıslar gorulmeye baslaniyor. Sirkler şehirden şehire ülkeden ülkeye sürekli gezdikleri ve çoğunlukla seyahat halinde olmaları nedeniyle hayvanların su, yiyecek, veterinerlik hizmetleri gibi temel ihtiyaçlara erişimi kısıtlı tutuluyor. Hayvanlar saatlerce küçük kafeslere tıkılmış hareketsiz ve bağlı olarak, aşırı sıcak ya da soğuk havaya maruz kalarak yolculuk etmek zorunda birakiliyor. Dogada yaklasik 50 yil yasam suresi olan yunuslar, parklarda yasadiklari stresten dolayi yasam sureleri 10 yila kadar dusuyor ve olum nedenleri strese bagli ulser ya da intihar oluyor.

North Carolina'da bir hayvanat bahcesinde 6 yil boyunca beton zeminli, kucuk bir kafeste tutulan ayinin belli basli ihtiyaclarinin karsilanmadigi tespit edilmis. Once yillarca beton zemine basmaktan ayaklarinda olusan yaralar tedavi edilmis ve sonra artik kalici yuvasi olacak Kaliforniya'daki Performing Animal Welfare Society barinagina mahkeme karariyla getirilmis. Lutfen su kisa videoda ayicigin genis, toprak bir alana ve rahatca vakit gecirecegi temiz su havuzuna ilk girdigi ani izleyin.


Toplumda bu durumun normallestirilmesi gibi bir durum var. Ezilen bir insan oldugu zaman karsi cikma egilimi gosteren insanlar ezilen bir hayvan oldugu zaman ayni davranisi gosteremiyor cunku "insanin hayvanlari kendi yarari icin kullanmasi durumu" kafamizda normallestirilmis. Hayvanin gucunden, etinden, sutunden, yumurtasindan yararlaniyorsak, atlamasindan, ziplamasindan da eglenerek ve para kazanarak yararlanabiliriz fikri hakim ve insanlar bu fikirlerini sorgulamadiklari takdirde bu duzen devam edecektir. Hayvanlari biraz seviyorsaniz sirklere, hayvanat bahcelerine, akvaryumlara, yunus sovlarina, horoz dovusune, at yarislarina gitmeyin. Barinaklarda bir suru sicak bir yuva sahibi olmayi bekleyen kedi, kopek var. Lutfen mumkunse ve sonuna kadar bakabileceginize guveniyorsaniz birine yuvanizi acin ya da maddi-manevi diger yollarla destekleyin.

14 Nisan 2014 Pazartesi

Philadelphia 6: Reading Terminal Market, Rittenhouse Meydani ve Digerleri

Philadelphia'ya bir konferans vesilesiyle gitmistim. Kaldigim otel convention center yakinlarinda cok merkezi bir yerdeydi. Tam merkezde oldugu icin her yere yuruyerek gitmek mumkundu. Bu otelin tam karsisinda Reading Terminal Market diye bir nevi pazar yeri vardi. Burasi eski bir terminalmis aslinda ve sonradan alt katinda market olan bu bina da convention center binasina eklenmis. Market icinde kucuk kucuk bir cok stand ve restoran var. Cok cesitli peynir, meyve, sebze, sarap ve kuruyemisi burada bulmak mumkun. Bir cok pizzaci, Philly cheese steak dukkani, diner, kahveci bu markette bulunuyor. Konferans icin sehre gelenlerin cogu ogle yemegi ya da kahvalti icin buraya mutlaka ugruyor. Oglenleri gercekten cok kalabalik oluyor ve yer bulmak bile zor olabiliyor. Bu binanin guney tarafinda ise Hard Rock Cafe vardi.

Benim sehirde sevdigim diger bir yer ise Rittenhouse Meydani'ydi. Bu meydanin ortasinda NYC'deki Bryant Park'a benzeyen buyuk agaclarla kapli kucuk bir park vardi. Etrafinda ise bir suru restoran, kafe hem de bu kafelerin masalari hep disaridaydi. Hava da cok guzel oldugu icin butun kafeler doluydu. Bu meydana bakan restoranlar biraz pahali yerler ama yine de yazin bir kac bira icmek cok guzel olur.

Gitmek isteyip gidemedigim yerler de oldu tabii ki. Bunlardan birincisi The U.S. Mint denilen bozuk paralarin basildigi devlet binasiydi. Burayi gezerek metalin nasil islenip bozuk para olarak basildigini gormek isterdim. Diger gormek istedigim yer ise City Hall denilen belediye binasiydi. Bu binanin cevresinden cok kere dolanmama ragmen hic icine girmedim. Saat kulesine cikip sehri kus bakisi gormek de mumkunmus. Artik bu iki aktiviteyi Philadelphia'ya bir daha geldigimde yaparim.

Sevdigim iki tane restoran oldu bu gezimizde. Birincisi Monk's Cafe, digeri Penang. Monk's Belcika orijinli bir kafeymis. Ozellikle kendi biralari olan "sour" ve somon yemegi cok lezzetliydi. Fiyatlar biraz pahali ama bence deger. Penang ise Chinatown'da bir Malezya restoraniydi. Burada ben Singapur stili pirinc noodle (Singapore Fried Noodle) yedim. Her masaya kucuk bir caydanlikta yasemin cayi da getiriyorlar. Hersey cok lezzetliydi. Fiyatlar da uygundu. Bir de Leziz diye bir Turk restoranina gittik ama gercekten buranin yemeklerinin bizim yemeklerimizle alakasi yok. Sakin gitmeyin :)

Philadelphia 5: Eastern State Penitentiary (Hapishane)


Philadelphia'da ilgimi en cok ceken yerlerden biri de Eastern State Penitentiary denilen eski bir hapishaneydi. 45.000 metre kare alana insaa edilen bu devasa bina 1829 yilinda tamamlanmis ve 1971 yilina kadar kullanilmis. Mimari John Haviland tarafindan gotik yeniden canlandirma uslubuna gore tasarlanan binada yedi adet ince uzun blok radyal halde merkezi bir meydana baglanmis sekilde insaa edilmis. Bu mimari tasarim merkezde bulunan meydanin ortasinda duran guvenlik gorevlisinin etrafinda donerek yedi blogu da cok kisa surede gozlemlemesine firsat veriyor. Burasi toplumun suclularini günahlarından arınmaları için hücrelere kapatılıp, diğer tutuklularla iletişiminin minimuma indirdigi bir hapishane. Cok kucuk spor yapma ve hava alma alanlarina sahip olan hapishanede cogu tutuklu ne yazik ki ya akıl sağlığını yitirmis ya da havasizliktan ve gunes isigindan mahrum kaldiklari icin tuberkuloz ve diger bulasici hastaliklara yakalanmis. Yuksek tavanli yaklasik 6 metre kare alana sahip hucreler tavanda minik bir pencere ile kiliseye benzer bir bicimde insaa edilmis. Bu pencere ve pencereden iceriye sizan ince gunes isigi tutukluyu izleyen "Tanri'nin Gozu" olarak simgelenmis. Buradaki asil amac tutuklularin cezalandirilmasindan ziyade ruhlarinin temizlenmesi ve yenilenmesi olarak dusunulmus. Tutuklularin mutlak sessizlik ve yalnizlik icinde yaptiklari suclardan dolayi utanacaklarini ve tovbe edeceklerini dusunmusler fakat zamanla bunun boyle olmadigi gorulmus. Gorevliler, kisin soguk suyla tutukluyu yikama, tutuklunun dilini bilegine zincirleme, tutukluyu gunlerce sandalyeye baglama gibi fiziksel ve psikolojik siddet uygulamislar bir de tutuklulara. Tutuklulari mutlak yalnizliga iten hucre sisteminin tutuklu sayisinin artmasiyla daha fazla devam edilebilir olmadigi zamanla anlasiliyor ve 1913 yilinda kogus sistemine geciliyor.

1924 yilinda Pensilvanya valisi Gifford Pinchot kopegi Pep'i karisini oldurdugu gerekcesiyle omur boyu hapis cezasina carptirarak kopegi hapishaneye birakmis ve her tutukluya verilen numaralardan verilen kopeginde diger tutuklular gibi bu numara ile fotografi cekilmis ve bu fotograf su an burada sergileniyor. Bu olay o zaman tartismalara neden olsa da gazete kose yazarlari vali kopegini hapishanedeki suclulara moral versin diye hediye etti diye yorumlamislar.

Burada Charles Dickens, Al Capone gibi unlu kisilerde tutulmus. Hatta Al Capone'a ait digerlerinden farkli bir sekilde dekore edilmis hucre de gorulebiliyor. Tuberkulozlu hastalari tuttuklari ve ameliyat ettikleri revirleri ve kullanilan malzemeleri de gormek mumkun. 1945 yilinda 12 kisinin 30 metre uzunlugunda bir tunel kazarak kacmayi basardigi hapishanede 1930 yilinda yapilan restorasyon calismalarinda 30'a yakin tamamlanmamis tunel tespit edilmis. 1971 yilinda kapatilan hapishane 1994 yilinda halkin ziyaretine acilmis.

Burayi gezerken insanlari tuttuklari minicik hucreleri, kotu yasam sartlarini gordukce ve yapilan iskenceleri duydukca icim urperdi. Bir cok kisinin akil ve beden sagligini kaybettigi bu yeri gezmek bu yonunden dusununce hic ic acici degil ama ben daha cok bu devasa binanin mimari yonune yonelmeye calistim ya da belki boyle dusunerek biraz olsun kendimi rahatlatmaya calistim diyeyim. Bina 1971 yilinda kullanima kapandigindan beri hic bir tamirattan gecmemis ve 1994 yilina kadar bazi duvarlardan resmen agaclar buyumus ve bina 20 sene gibi bir sure icin yikik dokuk bir hal almis. Buraya gitmeden once Tripadvisor'dan bir kac yorum okumustum. Bazilari buranin yikik dokuk olmasini, restorasyon yapilmamasini elestiriyor ve gorulmeye deger olmadigini dusunuyordu. Bense bu binanin bu halinden cok etkilendim ve kesinlikle bu halinin ozellikle korunmasi gerektigini dusunuyorum. Bu haline "preserved ruin" deniyormus yani "korunmus harabe" ve bu halinin korunmasi icin bazi restorasyon calismalari devam ediyormus.

Hergun saat 10 ile 5 arasi ziyaretcilere acik olan bu hapishaneye giris ucreti tam 14, ogrenci 10 dolar. Fiyata sesli anlatim cihazlari da dahil ve her gun saat 2'de rehber esliginde tur hizmeti var. Rehber esliginde daha kisa surede tum bolumler gezilebilir cunku epey buyuk bir yer. Duzgun bir sekilde gezmek icin en az 2 saat ayirmak gerekiyor. Burasi aslinda Philadelphia'nin muzeler bolgesine cok yakin, hatta ben Rodin Muzesi'ne buradan 15 dakikada yurudum. Muzelere geldiginiz bir gun kolayca burayi da gezebilirsiniz.

Fotograflar:
http://dracoart-stock.deviantart.com/art/Eastern-State-Penitentiary-79-64277433
http://en.wikipedia.org/wiki/Eastern_State_Penitentiary

Philadelphia 4: Philadelphia Sanat Muzesi (Philadelphia Museum of Art)

Philadelphia Sanat Muzesi 227.000 parca sanat eserine ev sahipligi yapan ABD'nin en cok ziyaretci ceken sanat muzelerinden birisi. Ozgurluk Bildirgesi'nin imzalanmasinin 100. yildonumu, 1876 yilinda ilk defa yapilan bir dunya fuari kapsaminda bir kac sergi ile kutlanmis ve bu kapsamda sergilenen objeler kurulan muzenin koleksiyonunun ilk parcalarini olusturmus. Daha sonra halk tarafindan hediye edilen Avrupa, Amerika ve Japonya orijinli sanat eserleri, dekoratif sanat eserleri ve kitaplarla muzenin koleksiyonu daha da genislemis.

Daha sonra buyuk, yeni bir muze binasi yapilmasi icin belediye bir proje yarismasi yapmis. Bu yarisma ile sehrin merkezindeki belediye binasindan (City Hall) diyagonal sekilde sehrin kuzeyindeki Fairmont Parki'nin yanindaki rezervuara kadar uzanan Benjamin Franklin Parkway denilen caddenin sonundaki tepelik alana yeni binanin yapilmasina karar verilir. Tepelik alana kurulan muzenin girisine yuksek merdivenlerden ulasiliyor. Bu merdivenlerin tepesinden arkaya donup bakildiginda Benjamin Franklin Parkway boylu boyunca goruluyor ve yolun sonunda da belediye binasi goruluyor. Manzara gercekten cok guzel. Ben gittigimde hava gunesliydi, pazar gunuydu ve turistlerin yaninda merdivenler oturup manzarayi izleyerek gunesin, guzel havanin tadini cikaran insanlarla doluydu. Ayrica etrafta cok fazla spor yapan ve kosan insan vardi. Bu merdivenler ayrica "Rocky merdivenleri" olarak da biliniyor cunku Oscar odullu Rocky filmi ve serisinde Rocky Balbao'nun kostugu merdivenler bunlar. Merdivenlerin alt tarafinda da insanlarin fotograf cektirmek icin onunde uzun bir sira olusturduklari Rocky Balbao'nun heykeli bulunuyor.

Bu muzede cok fazla vaktim olmadigi icin sadece Avrupa orijinli sanat eserlerini gezme firsatim oldu. Salvador Dali, Pablo Picasso, Modigliani, Eduard Manet, Pierre-Auguste Renoir, Jean-Francois Millet, Edgar Degas, Vincent van Gogh, Gustave Courbet, Peter Paul Rubens, Claude Monet, Paul Cezanne, Camille Pissarro, Frederic Leons ve diger bir cok sanatciya ait tabloyu gorme firsati buldum.

Burasi epey buyuk bir muze. Her bolumu duzgun bir sekilde gezebilmek icin en az 4 saat ayirmak gerekiyor. Ben 2 saatte sadece 2 bolumu gorebildim. Muzede ucretsiz vestiyer servisi de bulunmakta. Pazartesileri kapali olan muze hergun sabah 10'da aciliyor ve Carsamba ve Cuma gunleri (aksam 8:30) haric aksam 5'te kapaniyor. Giris ucreti tam 20, ogrenci 14 dolar. Her ayin ilk pazar gunu tum gun ve her carsamba saat 5'ten sonra giris ucreti olarak her hangi bir miktar (pay as you wish) odenebiliyor. Sesli anlatim cihazlari icin ekstra 5 dolar odenmesi gerekiyor.

13 Nisan 2014 Pazar

Philadelphia 3: Barnes Vakfı (The Barnes Foundation) ve Albert Barnes

Barnes Vakfi, 1922 yilinda Albert Coombs Barnes (d.1872, Philadelphia - o.1951, Merion) tarafindan sanat egitimini tesvik etmek ve guzel sanatlara deger katmak amaciyla Philadelphia'ya 10 km uzakliktaki Merion sehrinde kurulmus. Albert Barnes empresyonizm (izlenimcilik, impressionizm- Fransa 19.yy - Doğadaki unsurların kişinin içinde oluşturduğu izlenimleri, duygusal izleri yansıtmayı hedefler. Bu akım içerisinde yer alan sanatçılar, doğayı objektif bir gerçek olarak değil, kendilerinde yarattığı izlenimi resme aktarırlar.-Wikipedia), empresyonizm-sonrasi (Post-Impressionist) ve erken modern donem ressamlarina ait eserleri, Afrika'ya ozgu heykel, Amerikan yerlilerine ait seramik, taki, tekstil urunleri ve dekoratif sanat urunlerini ve Asya'ya ve Akdeniz bolgesine ozgu antikalari bir araya getirmis. Koleksiyonunda eserleri bulunan onemli ressamlar soyledir: Pierre-Auguste Renoir (181 adet), Paul Cézanne (67 adet), Henri Matisse (59 adet), Pablo Picasso (18 adet), Vincent van Gogh (6 adet), Henri Rousseau (18 adet), Amedeo Modigliani (11 adet), Chaim Soutine (19 adet), Giorgio de Chirico (10 adet), Charles Demuth (44 adet), William Glackens (71 adet), Horace Pippin (4 adet), Camille Pissarro (1 adet), Edgar Degas (4 adet), Eduard Manet (4 adet), Claude Monet (3 adet), Peter Paul Rubens (3 adet) ve Maurice Prendergast (21 adet).

Isci bir ailenin cocugu olup Philadelphia'da buyuyen Albert Barnes lise'den sonra Pensilvanya Universitesi'nde tip egitimi alarak Almanya'ya ilac bilimi ve kimya alaninda egitim almak icin gider. 1901 yilinda Amerika'ya geri donerek Herman Hill ile birlikte yeni dogan bebeklerde goz enfeksiyonunu engelleyen Argyrol isimli antiseptigi piyasaya surerler. 1908 yilinda Hill'in hisselerini de satin alarak sirketin tek sahibi ve 35 yasinda milyoner olur. Liseden arkadasi olan ressam William Glackens araciligiyla sanata ve resme ilgi duymaya baslar. 1911yilinda William Glackens'a 20.000 dolar vererek "modern" donem Fransiz tablolari satin almasini ister ve Glackens Barnes'in koleksiyonunun ilk parcalari olan 20 adet tabloyla Philadelphia'ya geri doner. 1912 yilinda Paris'e yaptigi bir seyahat sirasinda sanat elestirmeni bir arkadasinin evine davet edilir ve burada ressam Matisse ve Picasso ile ve daha sonra da Paris'te bir sanat simsari tarafindan Modigliani'nin eserleriyle tanisir. Tum dunyada hakim olan fakirlik, ekonomik kriz ve ABD'deki buyuk buhrandan (Great Depression) dolayi cok onemli sanat eserlerini cok cuzi miktarlara alma firsati bulur. Mesela Picasso'nun The Peasants and Oxen adli tablosuna 2010 yilinin parasiyla sadece 6500 dolar, Matisse'in The Joy of Life adli tablosuna da 4000 dolar oder. 1922 yilinda sanat egitimini tesvik etmek ve guzel sanatlara deger katmak amaciyla Barnes Vakfi'ni kurar. Bu arada Barnes sanat egitimi almaya devam eder ve William James, George Santayana ve John Dewey'den etkilenerek insanlarin sanati nasil gordugune ve sanattan ne ogrendigine dair dusunmeye ve teoriler uretmeye baslar. Ticaretini yaptigi Argyrol ilacinin yerini alacak olan antibiyotigin kesfedilmesinden  ve 1929 finansal kriziyle borsanin cokmesinden hemen once cok vakitli verilmis bir kararla sirketini 6 milyon dolara satarak servetine servet katar. 

Barnes aslinda bu vakfi kurarken bir muze degil bir egitim merkezi kurmayi ve sanat eserlerini estetik teorilere gore biraraya getirerek Merion'daki konaginda sergilemeyi amaclar. Hic bir zaman bir kuratorden ya da bir sanat elestirmeninden destek almayi dusunmez. Halkin koleksiyona sadece izinle ulasabildigi bu egitim merkezi 1925 yilinda acilir. Tablolari, antika mobilyalari, vazolari, samdanlari, tahta oyma maskelerle, kapi kolu, kepce gibi antika objelerle kendi icinde bir harmoni yaratacak sekilde, simetriye dikkat ederek ve estetik teorilere uygun bir sekilde duvarlarda bir araya getirir. Bu objelerin, tablolarin ve antika mobilyalarin ahengini bozacak bir aciklama, yazi koymak istemez. 
Tablolarin cercevelerine cok onem verir ve onlarin da estetik bir butun halinde olmasina ozen gosterir. Butun sanat muzelerinde sanat eserleri genelde donem donem ayrilmisken burada oyle bir ayrima gidilmemis. Mesela soldaki ilk fotografta goruldugu uzere Picasso'nun Head of a Women (1907) isimli tablosunu, Modigliani'nin Madame Hanka Zborowski Leaning on a Chair (1919) tablosunu ve Afrikali yerlilere ait tahta oyma masklarla yanyana sergilemis ve tablolalarindaki kafalarin masklarla birbirine benzerligine dikkat cekmeye calismis. Ikinci fotografta ise ortadaki Renoir'in Young Mother  (1881) tablosunun renkleriyle altinda duran antika sandigin renklerindeki uyuma ve soluna koydugu Cezanne'in Millstone and Cistern under Trees (1894) tablosuyla sagina koydugu Renoir'in Wood Chair (1892) isimli tablosunda benzer manzara temasini iki farkli ressamin nasil farkli isledigine dikkat cekmeye calismis. Sandalyelerin, koselerde duran sehpa ve ibriklerin, her tablonun uzerinde asili duran metal islemelerin ve sandigin uzerindeki dekoratif esyalarin uyumu ve simeterisi de goze carpiyor.

Barnes aslinda degisik bir insan ve genis bir hayat ve sanat gorusune sahipmis. Sanatin para kazanma arzusu icin kullanilmasina ve muzelerin ticarethaneye donusturulmesine karsi. Bu yuzden kendi koleksiyonunun da maddi kazanc elde etmek icin halka degil sadece ogrencilere ve sanat egitimi almak isteyenlere acik olmasini istiyor. Philadelphia'daki sanat camiasi Barnes'i bu goruslerinden dolayi ve koleksiyonunu kamuya acmamasindan dolayi elestiriyor. Uzun yillar Philadelphia'daki sanat baronlarina ve sanat kurumlarina olan nefreti ve bu kurumlarda ust duzeyde gorev alan insanlarla yasadigi catismalardan dolayi vasiyetinde vakfin yonetimini hangi kuruma birakacagina karar veremiyor. Olmesine yakin vasiyetinde yaptigi degisiklikle vakfi Merion yakinlarindaki Afrikali-Amerikalilarin daha cok gittigi kucuk bir devlet universitesi olan Lincoln Universitesi'ne birakiyor. 1951 yilinda trafikte dur levhasinda durmayip gecerken bir kamyonun aracina carpmasi sonucu öluyor ve vakfin yonetimi Lincoln Universitesi'ne geciyor. 1980'li yillardan sonra Lincoln Universitesi'nin icinde bulundugu mali sorundan, ziyaretci sayisindaki kisitlamalardan ve eserlerin odunc verilmesini, satilmasini engelleyen kurallardan dolayi vakif bir dar bogaza giriyor ve kendisini idame ettirecek fonu yaratamaz hale geliyor. Philadelphia Belediyesi ve Philadelphia'daki sanat baronlari bu koleksiyona hakim olmayi ve bu koleksiyonu Philadelphia sehir merkezine tasimayi kafalarina koymuslar zaten. Boylece yavas yavas Barnes'in vasiyetindeki kurallar ihlal edilmeye baslaniyor. Once fon yaratmak icin koleksiyon Avrupa ve Amerika turnesine cikartiliyor, sonra koleksiyon daha fazla gun ziyaretciye aciliyor. Daha fazla ziyaretci, daha fazla otopark sorununa neden oluyor. Merion'da muzenin yakinlarina bir otopark yapilmasi icin ugrasilsa da buradaki halk buna karsi cikiyor ve artik koleksiyonun Philadelphia'ya tasinmasi gundeme geliyor fakat Lincoln Universitesi'nin sectigi 5 kisiden olusan vakif yonetimi buna karsi cikiyor. Lincoln Univesitesi icinde bulundugu finansal krizden cikmak icin para karsiligi vakif yonetimindeki kisi sayisini 15'e cikarma fikrini kabul ediyor ve Philadelphia'daki degisik sanat kurumlarindan 10 kisi daha yonetime katiliyor. Boylece Lincoln Universitesi'nden secilen 5 kisi azinlik durumuna dusuyor ve isler artik daha da kolaylasiyor. 

Vakif yonetimi Barnes'in vasiyetinde yazan kurallarin degistirilmesi icin mahkemeye basvuruyor ve 2009 yilinda vakfin devami ve koleksiyonun korunmasi ve halkin daha kolay erisiminin saglanmasi icin mahkeme koleksiyonun Philadelphia'ya tasinmasinin onundeki engellerin kaldirilmasina karar veriyor. Boylece Barnes'in yillarca catistigi ve uzak durmaya calistigi Philadelphia'daki sanat baronlari ve sehir yonetimi galip cikiyor. 2012 yilinda Philadelphia'daki muzeler bolgesine devletin 100 milyon dolar ayirdigi butce ile yeni bir bina yapiliyor ve koleksiyon buraya tasiniyor. Bu yeni muzedeki odalar Barnes'in istedigi sekilde ayni buyuklukte ve bicimde tasarlanip ama bu sefer muze olarak hergun ziyaretciye aciliyor. Odalarin kucuk olmasindan dolayi yine de giren ziyaretci sayisi sinirli sayida tutulmaya calisildigi icin ya onceden rezervasyon yaptirmak gerekiyor ya da gunun erken saatlerinde gitmek gerekiyor. Her ayin ilk pazar gunu de ucretsiz olarak gezilebiliyor.


Cok degisik, guzel bir muze. Acayip bir koleksiyona sahip ancak Barnes'in vasiyetine uyulmadigi icin uzuldum. Daha cok kisinin ziyaretine acildigi icin de sevindim. Bu yeni muzeyi gezmeyip bu karari protesto eden bir cok insan varmis ve ayrica bu olayin bir de belgeseli cekilmis 2009 yilinda - the Art of Steal. Butun bu olaylari farkli kisilerle yapilan roportajlarla detayli bir bicimde anlatmislar. Belgeselde gosterilen her fotograf ya da videoda Barnes kucaginda kopegiyle gorunuyor. Kopegine cok duskunmus sanirim. 

Muzede her odanin duvarlarinda bir cok sanat eseri asili ve hic bir aciklayici yaziya yer verilmemis. Bu yuzden her odaya, odanin duvarlarindaki sanat eserlerinin sahibini, orijinini, tarihini yazan kitapciklar koymuslar. Barnes aslinda her muzede oldugu gibi tablolari beyaz duvarlara yan yana asmak istememis. Sanat egitimi alan ogrencilerin ve ziyaretcilerin hangi tablo hangi ressama ait bilgisinden ziyade mobilya, tablo, kucuk objelerden olusan harmoniyi, estetigi, simetriyi, renklerin, objelerin ve resimlerdeki temalarin uyumuna odaklanmasini istemis. Bu acidan diger sanat muzelerinden farkli bir dunya burasi. Baska bir yere tasinsa bile bu kendine has kompozisyonun korunmus olmasi cok onemli ve ileride de bu halinin korunmasi gerekir. Iyi ki koleksiyonu toptan Philadelphia Sanat Muzesi'ne katmayi dusunmemisler. 

Bunlarla ilgili bilgi edinirken olaylarin bu asamaya gelmesine Barnes'in kotu kararlarinin neden oldugunu iddia eden bir kac kose yazisina denk geldim. Genelde suclamalar bir vakfin devaminin tek basina kucuk bir devlet universitesinin devamina ve saglikli islemesine bagli birakmasina ve vakfin sermayesini sadece devlet bono ve tahvilleriyle isletilebilir sekilde kisitli birakmasina dairdi. Ziyaretci sayisindaki kisitlamalar ve eserlerin fon yaratabilmek icin kisa sureli odunc verilmesinin ya da bazilarinin satilmasinin yasaklandigi bir vasiyetin hep bu sonuclara neden oldugunu yazmislar. Bunlarin tabii ki biraz etkisi olabilir ancak asil sorun Barnes'in Philadelphia'daki sanat elestirmenleriyle, sanat baronlariyla yasadigi catisma ve bu kisilerin ve sehri yonetenlerin bu kadar devasa bir koleksiyona hakim olma istegi. Bu koleksiyonun Philadelphia'ya turist ve para cekecegi asikar. Yani aslinda butun mesele para ve guc. Bence Barnes bu vakfi hangi kuruma birakirsa biraksin sonuc yine de er ya da gec bu sekilde olurdu. 

Sali gunleri kapali olan muze diger gunler 10'da acilip Cuma (aksam 9'da) haric 6'da kapaniyor. Giris ucreti tam 22, ogrenci 10 dolar. Sesli anlatim cihazlari bu fiyata dahil. Her ayin ilk pazar gunu giris ucretsiz. Gercekten hakki vererek bu muzeyi gezmek icin en az 3 saat ayirmak gerekir. Iceride ucretsiz vestiyer hizmeti ve de degerli esya koymak icin kilitli dolaplar bulunuyor. Guzel bir de restaurant var ama ne yazik ki her gun 3'te kapaniyor. Kahve standi ise 5'e kadar acik. Icecek-yiyecekle sergi odalarina girilmesine izin verilmiyor ayrica flassiz da olsa fotograf cekmek ve salonlarda yerdeki cizginin obur tarafina gecmek kesinlikle yasak. Her odada bulunan gorevliler bu konuda baya ciddiler. 

Fotograflar: 
http://en.wikipedia.org/wiki/Albert_C._Barnes
http://paintrock.net/starwars/pages/the_barnes_foundation.htm
http://new.pentagram.com/2013/01/new-work-the-barnes-foundation/
http://dreamdogsart.typepad.com/art/2010/11/albert-c-barnes-and-fid%C3%A8le.html
http://www.vanityfair.com/online/daily/2012/05/barnes-foundation-building-tod-williams-billie-tsien

11 Nisan 2014 Cuma

Philadelphia 2: Rodin Muzesi

Philadelphia'da tarihi yerlerin yaninda gezilecek bir cok muze var. Benim  en cok  ilgimi ceken Fransız heykeltıras François-Auguste Rodin'in (d. 12 Kasım 1840, Paris - ö. 17 Kasım 1917, Meudun, Fransa) eserlerinin sergilendigi Rodin Muzesi'ydi. Muze sehir merkezine yurume mesafesindeki muzeler bolgesinde. Hemen karsisinda Barnes Vakfi'na (Barnes Foundation) ait muze ve bir kac blok ilerisinde de Rocky Balbao'nun kostugu merdivenleriyle meshur olan Philadelphia Sanat Muzesi (Philadelphia Museum of Art) bulunmakta.

Bu muzedeki eserleri Philadelphia'da sinema salonu sahibi olan is adami Jules Mastbaum (1872–1926) hemsehrilerinin hayatlarini zenginlestirmek amaciyla bir muze kurma hayaliyle 1923'te toplamaya baslamis. Uc sene gibi kisa bir sure icinde bir cok bronz\alci\kil eseri, cizimi, baskiyi, mektubu ve kitabi bir araya getirmeyi basarmis ve 1926'da Fransiz mimarlarla binanin ve bahcesinin tasarimi icin anlasmis. Fakat omru bu muzenin acilisini gormeye yetmemis ama Mastbaum'un olumunden sonra 1929 yilinda esinin onderliginde bu muze acilmis.

Paris'teki onemli sanat okullarina kabul edilmeyen fakat modern heykel sanatinin atasi diye tabir edilen Rodin, Özel Desen ve Matematik Okulu'na girdiğinde heykeli keşfetmis ve desen becerisini geliştirmis. 1864 yilinda kendine ait ilk atolyesini acmis ve 1871 yilinda Belcika'da ilk defa eserlerini sergilemeye baslamis. Once bir cok eseri geleneksel heykel sanati ile catistigi icin elestirilse de Rodin'in kil ile tematik, kompleks yuzeyler olusturma yetisi oldugu sonradan kabul edilmis. Insan vucudunun fiziksel niteliklerini ve kisinin karakterini gercege yakin modelleyebilme yetisi olaganustu olan Rodin tum bu elestirelere ragmen stilini degistirmeyi reddetmis ve sonucta sanat komunitesine ve Fransiz hukumetine kendini kabul ettirmis. 1900'lerde artik dunyaca unlu bir heykeltras olmayi basarmis.

20'li yaslarinda tanistigi Rose Beuret ile birlikte birlikte yasayan ve bir de erkek cocugu olan Rodin'in 1875 yilinda Italya'ya olan seyahati sirasinda Michalangelo ve Donatello'nun eserleri ilgisini ceker ve bu Rodin'in artistik rotasini belirleyen ve kendi deyimiyle akademik heykel sanatinin disina cikarak ozgurlesmesini saglayan bir donum noktasi olur.

1880 yilinda Fransız devleti yeni açılacak bir müze için Rodin'e bir kapi ismarlar. Dante'nin 14. yuzyilda yazdigi siiri İlahi Komedya'nin (Divine Comedy) ilk bolumu olan Cehennem'den (The Inferno) esinlenlenerek planladigi Cehennem Kapısı (Gates of Hell) uzerinde yaklasik 40 yil boyunca calısma firsati bulur cunku bu muze hic bir zaman acilamaz. 6 metre yuksekliginde ve 4 metre genisliginde olan kapının uzerinde yer almasini dusundugu 180 figuru birbirinden bagımsız heykeller olarak piyasaya sunmaya karar verir ve olumune yakin butun modelleri, cizimleri Fransiz Hukumeti'ne bagislar. Bu kapı, Rodin'in ölümünden sonra Paris'teki Rodin Muzesi tarafindan her figur bir araya getirilerek bronza dokulur. Su an dunyada 3 adet orijinali (Paris, Tokyo, Philadelphia) olan bu kapilardan biri Philadelphia'daki Rodin Muzesi'nin girisinde sergilenmekte. Bu kapiyi gormek icin muzeye girmeye gerek bile yok. Muzenin onunden gecerken bahceye girip binanin giris-cikis kapilarinin ortasinda gormek mumkun. Muzenin bahcesi yil boyu 24 saat ucretsiz olarak gezilebiliyor. Bahcede Dusunen Adam (The thinker), Age of Bronze, The Three Shades gibi baska eserleri de gorulebilir.

Cehennem Kapisi'nin Uzerindeki Bazi Figurler:

1) Düşünen Adam (Thinker): Kapının en tepesine konulmak amaciyla modellenmis ve bir rivayete gore dusunen adam Dante'nin Cehennem'deki figurlere ustten bakisini temsil eder. Baska bir rivayete gore ise dusunen adam Rodin'in kendisidir ve kendini figulere bakarak meditasyon yaparken temsil etmis. Bir baska rivayete gore ise dusunen adam Adem'dir ve insanligin icinde bulundugu yikimlari dusunurken temsil edilmis. Bu heykel degisik boyutlarda bronza dokulmus. Kapinin uzerindeki kucuk bir boyutudur ancak muzenin girisinde buyuk bir boyutu da yer almaktadir. Sag dirsegini sol dizinin uzerine koyup elinin uzerini de cenesinin altina dayayarak derin dusuncelere dalmis bir erkek figurudur ve felsefeyi simgeledigi soylenir. Michalengelo'nun figurlerinden esinlendigi icin ciplak olarak modelledigi bu heykel fakirligi ve zekayi temsil eder. Dunya'da 28 adet buyuk boy bronz dokumu bulunur.

2) Öpücük (The Kiss): 1200'lu yillarda Francesca ve Giovanni, aileleri tarafindan politik bir evliligin icine itilir. Francesca istemedigi halde Giovanni ile evlenir ve sonra Giovanni'nin kardesi Paolo'ya asik olur. 10 sene kadar bu gizli ask surer. Bir gun Giovanni kardesini esi ile yatakta yakalar ve ikisini de oldurur. Bu hikayeden etkilenen Rodin onlarin aldigi hazzi, onlari ciplak halde opusurken temsil eden bir heykelde anlatir. Dunya'da 12 tane buyuk boy orijinali bulunmaktadir. Bu heykelin buyuk boy mermer hali muzenin ana galerisinde gorulebilir. Kapinin uzerinde ise daha bronz dokum kucuk bir boyu bulunmaktadir.

3) Uc Golge (The Three Shades): Sol isaret parmaklariyla yeri gosteren uc ayni figurun farkli sekillerde bir araya getirilerek sergilenmesiyle olusan bir kompozisyondur. Bu heykel muzenin bahcesinde gorulebilir.

Rodin Muzesi'nde bulunan diger onemli eserler:

Tunc Cagi (Age of Bronze): Ilk normal insan boyutundaki eseridir. Heykelin gercege cok yakin modellendigi gerekcesiyle canli model kullanarak kaliba dokuldugu suclamasiyla juri karsina cikmis ve beraat etmis. Bundan sonra Rodin heykellerini insan boyutundan biraz daha buyuk, ellerini ve ayaklarini daha abartili modellemis. Michalengelo'nun Olen Kole (Dying Slave) isimli heykelinden esinlenerek ciplak, mukemmel vucut oranlariyla yapilmis bu heykelde insan vucudunun fiziksel ozelliklerini heykeline mukemmel bir sekilde yansitmis. Ilk basta heykelin sol elinde bir kilic varmis ve Rodin heykelin ismini de "Yenen"(The Vanquished) koyar ancak kilictan dolayi heykelin gogus kisminin bazi acilardan gorunmedigini dusunerek kilici cikarir ve ismini de "Tunc Cagi" olarak degistirir. Rodin'in soyledigine gore insanoglu Tunc Cagi'nda dogadan olusur ve bu heykeli bunu temsil eder. Bu heykel de muzenin dis duvarinda sergilenmektedir.

Ogut Veren Baptist Aziz John (St. John the Baptist Preaching): Bronz Cagi heykelinden sonra Rodin tekrar suclamalarla karsilasmamak icin bu heykelini insan boyutlarindan biraz daha buyuk bir model olarak tasarlar. Bronz Cagi heykeli statik olarak modellik yapan birinden tasarlanirken St. John hareket halindeki bir modele bakarak tasarlanmis. Iki ayagi da yerde olmasina ragmen yurume ve hareket efektini cok iyi yansitabilmis.

Calais Kasabalilari (The Burghers of Calais): Calais Belediyesi tarafindan tarihi bir anit icin bir heykel siparis edilir. 100 yil savaslari sirasinda Calais kasabasini kusatan Kral 3. Edward bu kasabada yasayan halkin oldurulmesi emrini verir ve alti onemli koy halkinin kasaba meydaninda asilmasinin halkin tek kurtulus yolu oldugunu bildirir.  Rodin bu heykelini kasaba meydaninda asilan bu 6 kisinin hikayesinden esinlenerek ve heykelde alti degisik alanda calisan kisi olarak ve her birinde farkli bir duyguda kendi kaderlerini dusunurken modeller. Calais Belediyesi yetkilileri tarafindan pek begenilmeyen projeye Rodin yine de devam etmis, yetkililerin tutucu goruslerini goz onune almamis ve bitince heykel Calais kasabasinin sehir meydaninda sergilenmis. Yuksek bir tas yapinin uzerine koymaktansa heykeli yer seviyesine indirerek heykele bakanlari konunun icine daha iyi cekecegini dusunmus. Ayrica yer seviyesindeyken, her figurun pozisyonu bakan kisiyi heykelin etrafinda donmesine tesvik ettigini dusunur.

Viktor Hugo: Bir gun Rodin'den Viktor Hugo aniti icin bir heykel siparis edilir. Rodin'in, Viktor Hugo'yu ciplak ve bir kayaya oturmus olarak şekillendirmesi yetkilileri soka ugratır. Bu yuzden 1897'de kilden modeli yapilan heykel ancak 1964'te bronz kaliba dokulmus.

Balzac: Yine bir gun Rodin, Balzac'in olumunden sonra yapilacak Balzac aniti icin Edebiyatcilar Birligi'nden bir heykel siparisi alir. 6 yil boyunca bu proje icin calisan Rodin, Balzac'in bir kac portresini, tam vucut ciplak ya da sabahlikli figurlerini yapar. Balzac'in koca gobekli heybetli durusu ve sert yukaridan bakisi Rodin'e gore cesareti, emegi ve mucadeleyi temsil eder. Fakat sanat camiasi bu eser konusunda bir fikir birligine varamaz ve projesi reddedilir. Basinda koskoca yazari sabahlik icinde temsil ettigi icin alay konusu olur. Projeden aldigi komisyonu geri odeyen Rodin, heykeli evinin bahcesine getirir ve bir daha kamudan komisyon karsiligi siparis almaz. Rodin yazısmalarında, "Balzac"ın, en beğendiği eseri olduğunu vurgular. Herkesin bayıldığı “Opucuk” eserini ise “eğlenceli ama sıradan” diye niteler. Bütün bu skandal ya da çatışmalarda, Rodin her seferinde yalnızlığa ve çalışmaya gömülür. "Nasılsa zaman beni haklı cıkaracak" der ve haklidir cunku su an Balzac Rodin'in bas yapiti olarak degerlendirilir.

Farkettiyseniz bazi heykellerin birden fazla orijinali varmis. Ben de bunu bu muzede ogrendim ve epey sasirdim. Ben her heykelden sadece bir adet oldugunu dusunuyordum. Aslinda Rodin hic bir zaman eline matkap cekic alip mermerden yontma heykeller yapmamis ya da heykellerin bronz kaliba dokme islemleriyle ugrasmamis. Sadece heykellerin kilden modellerini cikartmistir. Bu modelleri cikarmadan once yillarca arastirma yapmis ve heykelini yapacagi kisiyle ilgili bilgiler, belgeler toplamis. Daha sonra edindigi bilgilerden esinlenerek çizimler yapmış ve ulaştığı sentezi, üç boyutlu kilden ya da alçıdan yaratmış. Tasi, mermeri yontmak, işlemek ya da bronz kalibina dokmek atolyede baska calisanlar tarafindan yapilirmis. Ayrica bronz kaliba dokmek pahali bir islem oldugu icin Cehennem Kapisi gibi iptal edilen projelerinden bazi eserleri ilk defa olumunden sonra kaliba dokulebilmis. Her eserini farklı boyutlarda, farklı ölçeklerde gerçekleştirdiği de olmus. Rodin kendisi icin "prova yapan bir terzi gibi" dermis. Su an Rodin'in kilden modelleri Fransiz Hukumeti'ne aitmis ve hukumet, eserlerin sayisini kontrol etmek icin her bir modelden en fazla 12 tane bronz kaliba dokulebilmesine izin veriyormus.

Rodin'in heykel sanatina kazandirdiklari saymakla bitmez kesinlikle. En onemlisi heykel sanatini akademik ogretilerden kurtarmis ve onun deyimiyle ozgurlestirmis. Sadece heykel sanatinin tekniklerine, bicimlerine bogulmak yerine, heykeli suslemelerden arindirarak, insani yani yarattigi kisilerin karakterlerini ve oykulerini anlatmis. Insanlarin yasadiklari gerilimleri, trajedileri, duygulari ve tutkulari heykellerinde yansitmaya calismis. Heykellerini sadece tek yonden gormek yerine etrafinda dolanarak farkli acilardan gormeyi istemis. Bu muzede de bir cok eseri ziyaretcilerin etrafinda dolanabilecegi sekilde yerlestirilmis.

Sali gunleri kapali olan bu muze diger gunler 10'dan 5'e kadar acik. Giris ucretleri "onerilen" fiyatlardir yani siz oradaki fiyatin altinda ya da ustunde istediginiz bir miktari odeyebilirsiniz. Muzeyi gezmek icin en az 2 saat ayirmak gerekir. Her gun oglen 1:30'da rehber esliginde 1 saatlik ucretsiz bir tur hizmeti var. Ben de 1:30'a dogru gittim ve rehber esliginde muzeyi gezdim. Rehberimiz Barbara Hanim ileri yasina ragmen cok enerjik, isini heyecanla yapan, cok bilgili biriydi. Burasi simdiye kadar gordugum en guzel, en duzenli, en ferah, en sakin, en dinlendirici muzelerden biriydi. Su an en cok istedigim sey Paris'teki Rodin Muzesi'ni gormek. O da bir gun olur insallah.

Philadelphia 1: Independence Hall, Independence Bell, Congress Hall, President's House, Liberty Bell

Gecen hafta ABD'nin en kalabalik besinci ve Pensilvanya Eyaleti'nin en buyuk sehri olan Philadelphia'daydim. Philadelphia'ya 2004 yilinda gitmistim ama o zaman cok fazla gezmeye firsat bulamamistim. Bu sefer 4 gun boyunca gezilebilecek en guzel yerlerini gezme, sokaklarinda uzun uzun yurume firsati buldum. Nufusu 6 milyonun (2010) biraz uzerinde olan Philadelphia'yi cok fazla NYC'ye ve Washington, DC'ye benzettim. NYC gibi iki nehir (Delaware ve Schuylkill Nehirleri) arasinda kalan bir sehir merkezinden olusuyor fakat o kadar kalabalik ve pis degil. DC gibi heryer yurume mesafesinde ve tarihi binalari, yesil alanlari, genis caddeleri, kaldirimlari, meydanlari ve caddelerdeki sanat eserleriyle hareketli ve guzel bir sehir.

Philadelphia, 1682 yilinda Ingiltere'den Amerika'ya gocen William Penn tarafindan kurulmus ve Amerikan devrimi sirasinda ABD'nin kurulmasi icin yapilan toplantilara ev sahipligi yaparak tarihte cok onemli bir rol oynamis. 1776 yilinda Bagimsizlik Bildirgesi (Decleration of Independence) ve 1787 yilinda ise ABD Anayasasi (Constitution) burada imzalanmis. DC'deki insaatlar devam ettigi icin on sene kadar gecici olarak ABD'ye baskentlik yapmis.

Amerikan tarihine sahitlik eden, ABD'nin ilk kongre binasi olan ve Bagimsizlik Bildirgesi'nin imzalandigi Bagimsizlik Binasi (Independence Hall), Ozgurluçani, ABD'nin ilk Beyaz Saray'i da denilen ABD'nin ilk baskani George Washington'in evinin temeli (President's House), ABD'nin ilk bankasi ve ABD'nin ikinci bankasinin binasinda kurulan portre galerisi (Portrait Gallery), Marangozlar Evi (Carpenters' Hall) gibi gezilebilecek tarihi yerleriyle cok fazla turist ceken bu sehir ayrica bir cok muzeye de ev sahipligi yapiyor.

Bagimsizlik Parki (Independence Mall) denilen bir parkin icinde bulunan bu tarihi yerleri ve Anayasa Muzesi'ni (Constitution Museum) gezmeden once Market Street ile 5th Street kesisimindeki "Visitor Center" denilen yerden baslamak gerekiyor cunku Independence Hall'u gezmek icin buradan ucretsiz, zamanli biletlerden almak gerekiyor. Bu biletler sinirli sayida oldugu icin genelde erken saatlerde tukeniyor. Biz sabah 10:30 gibi oradaydik ve 13:45 icin biletimizi aldik. Daha sonra bu visitor center'in hemen karsisindaki Liberty Bell binasina gittik. Bu binanin girisinde ABD'nin ilk baskani olan George Washington'in kurmaylariyla bulustugu ve ayni zamanda baskanin evi olan binanin temel kazisini gorduk. Bu bina 1767 yilinda yapilmis, 1832 yilinda da yikilmis ama 2000'de Liberty Bell binasinin yapimi sirasinda bir kac duvari ve binanin temeli ortaya cikartilmis. Uzeri camla kaplanarak ziyarete acilmis.

Girisi ucretsiz olan Liberty Bell binasinin onunde cok fazla sira vardi. Bu binada ozgurluk çani ve çanin hikayesini anlatan bilgilendirici bir sergi var. Eger sirada cok beklemek istemezseniz ve sadece çani gormek isterseniz binanin arka tarafindan camin arkasindan çani gorebilirsiniz. Once buralari gezdik ve sonra parkin etrafindaki portre galerisini, marangozlar evini ve ilk banka binasini gezdik. Bunlarin hepsini gezmek icin en az 1.5 saat ayirmak gerekiyor.

Daha sonra saat 13:30 olunca Independence Hall'un girisindeki siraya girdik. Burada kisa bir guvenlik taramasindan gectikten sonra binanin girisinde ayri bir siraya girdik. Burada saat saat anons yapilip, biletler ve saati tek tek bakilarak iceriye aliniyor. Erken girmek mumkun degil. Once 10 dakikalik binanin ve Philadelphia'nin tarihi ve ABD'nin kurulusu ile ilgili bir sunum izledik. Sonra bizi grup halinde yan binaya yani Independence Hall'a aldilar. Burada da kongrenin ve senatorlarin toplantilar yaptigi odalari gezdik. Oradan da yan bina olan meclis binasini gezdik. Toplam 1.5 saatlik bir turdu. Icerideki mobilyalar antikaymis fakat orijinalleri degilmis ama yine de ABD'nin kurulusu icin yapilan toplantilara ev sahipligi yapan binayi gezmek heyecan vericiydi. Tur cok bilgilendiriciydi.